29 Aralık 2013 Pazar

Her hayalin gerçekleşmesi için ödenmesi gereken bir bedel vardır.Dünyanın kanunu budur evren bize en çok istediğimiz şeyi verirken aynı zamanda en sevdiğimiz şeyi de elimizden alır.İnsanlığın bunu anlaması biraz uzun sürdü.Dünyaya gelmiş her insanın hayallerinin doruğunda, düşüce gücünün en sarp dağlarına bile bayrak dikmiş tek bir hayal vardır ; gelişim.
İnsanlar kendi ırklarını geliştirmek yeri geldiğinde birbirlerini gözlerini bile kırpmadan öldürmüşlerdir.Dünya ise bu olaylar yörüngesinin merkezinde her gün gelişiyor aynı zamanda doğallığını kaybediyor. Yeni yerleşim alanları için ormanlar ve parklar acımasızca katlediliyor rahat ulaşım için denizler birer çöplüğe dönüşüyor , asırlardır insanlığın safında olan hayvanlar yok ediliyor. Biz insanlar ise bu olay zincirlerine sanki normal bir olaymış gibi bakıyoruz sanki ağaçlar kendilerini kesiyor hayvanlar kendilerini yok ediyor. Bu gelişim bizi belki de kendi sonumuza sürüklüyor insanlar daha erken ölüyor ,kanser oranı artıyor,çocuklar sakat doğuyor.Ama biz kendi sonumuza giderken sürekli kör olamayız değil mi ? Tabi ki çoğumuz bu olayları fark etmese de bazı insanlar fark ediyor ve harekete geçiyor topluluklar kuruyor,kampanyalar yapıyor,insanları uyarıyorlar.Bu insan topluluklarından biride greenpeace soyları tükenmekte olan hayvanları korumak vb. görevler üzerine çalışan greenpeace üyeleri şimdiye kadar çoğu hayvanın hayatını kurtarmışlardır.Sonumuz ne kadar karamsar gözükse bile böyle insanlar sayesinde hepimiz insani değerlerimizi bir kez daha hatırlamış oluyoruz. Doğanın ve canlıların önemini bir kez daha hatırlamak hepimizi utandırıyor bence onları küçümsediğimiz için değil  böyle önemli varlıkları nasıl unuttuğumuzu hatırlamak bize bir kez daha mükemmel olmadığımızı hatırlatıyor işte bundan utanıyoruz .Hayvanların düşünemediği için küçümsenmeyecek varlıklar olduğunu hatırlamak bizi bir kez daha utandırıyor başımızı öne eğdiriyor .Aslında biz bazı zamanlar onlardan daha düşüncesiz ve acımasız oluyoruz belki ama tabiki benim bu kötümser düşüncelerim haricinde iyimser olaylarda var hala hayvanları önemseyen düşünen insanlar hayatta var pekte soyları tükenecek gibi gözükmüyor ve biz doğaya evrene ne kadar kötülük yapsak da onlar bize koşulsuz bir sevgiyle bağlı ama yinede unutmamalıyız ki hayvanlar çevre bizim her şeyimiz onlar bizim insanlığımızı bütünleyen parçalar biz bir yapbozun parçası gibiyiz ve bir parçamız kaybolursa asla bir bütün olamayız.

28 Aralık 2013 Cumartesi


Her zaman insanlar bize blim adamlarını ve önemli işler yapan insanları tanıtır ben bügün bir farklılık yaptım I.Elizabeth'i tanitmak istiyorum;

                                                FARKLI HAYATLAR

 I.Elizabeth İngiltere'yi katolik kilisenin etkisi altından çıkaran VIII.Henry'nin kızıydı. 
7 eylül 1533'te Londra'da doğdu. İlk doğduğunda çok açık tenli olduğu için hayalet sanıldı ve öldürülmek istendi fakat buna kraliçe Anne Boleyn  engel oldu. Elizabeth 3 yaşındayken annesi kafası uçurularak idam edildi ve Elizabeth in tahta geçmesi imkansızlaştı.Babasının Anne Boleyn sonra evlendiği Jane Seymour ile Edward adında bir oğulları oldu babası ölmeden önce Elizabeth'in prensesliğini meşru hale getirdi. VIII. Henry 1547 yılında öldüğünde prens edward tahta geçti. Edward 6 temmuz 1553 tarihinde öldüğünde ölümü herkesten saklandı ve tahta 4 gün sonra jane grey  geçti.Tahtın veliahtı mary iken Edward Jane Grey i seçmişti.İngiliz ordular Mary ve Elizabeth'in üstüne yürüdü fakat dokuz gün sonra İngiliz ordusu Mary nin tarafına geçti ve Jane Grey ile eşi Lord Guilford Dudley tahttan indirildi.Mary tahta geçtiğinde Jane Grey, Guilford Dudley, Robert Dudley ve John Dudley kuleye kapatıldı. John Dudley hainlik gerekçesiyle idam edildi.Bir kaç ay sonra Protestan Lord Thomas Wyatt elizabeth 'in tahta geçmesini öngören bir anlaşmayı henry grey e sundu fakat henry grey kızına bir şans daha verilmesi konusunda ısrarcı davrandı ve jane greye eğer katolik olursa affedileceği söylendi fakat adanmış bir protestan olan jane grey bunu kabul etmedi.Babasının iktidar hırsı yüzünden eşi ile birlikte idam edildi.Bunun yanında thomas wyatt elizabethe olan yakınlığı bilindiği için ayaklanmada elizabethinde suçu olduğu düşünüldü ve prenses ev hapsi cezası aldı. Bu olaydan sonra mary protestan avı başlattı.Mary en yakınındakileri bile yargılamaktan kaçınmadı. Bu olaydan sonra mary ve elizabeth'in arası iyice açıldı.Mary'nin bir çocuğu olmama.sı,Kendisinden sonra tahta protestan bir prenses geçmesi olasığı, ölü doğan çocuklarının acısı, kocasının kendinden uzaklaşmasının verdiği üzüntü ve dönemde İngiltere'nin Britanya dışında bulunan kolonisi Calais'in Fransızlar ile yapılan savaş sonucu kaybedilmesi Mary'i yatağa düşürdü ve ölümünü hızlandırdı.Kraliçe Mary 17 kasım'da öldü ve yerine protestan prenses Elizabeth geçti.Elizabeth ilk olarak kiliselerde mass ayininin uygulanmasını yasakladı, daha sonra kendini İngiltere klisesinin yöneticisi seçtirdi ve ülkeyi yeniden Protestan döneme döndürdü. Bunun sonucu olarak birçok suikastla burun buruna geldi.İskoçya'ya karşı protestan lordları destekedi bu desteğinin deşifre edilmesi sonucunda İskoçya ile savaşa girdi.Bu dönemde iskoçya'nın başında Mary Stuart vardı.Fransa kralının ölmesinin ardından fransa tahtına Mary Stuart 'ın annesi geçti ve böylece fransa İngiltereye işgal planlarına girişti.Fransa gibi büyük bir güçle savaşa girmenin hata olacağını düşünen Elizabeth baş danışmanı William Cecile'i Fransızlar ile müzakere için İskoçya'ya gönderdi.Muzakerelerden sonuç ancak Sir Francis Walsingham'ın Marie Guise suikastının ardından alındı. Fransızlar işgal planlarından vazgeçerek İskoçya'yı terkettiler ve Mary Stuart İskoç tahtından indirilerek kuleye kapatıldı,ardından burada planladığı suikast yüzünden vatan hainliği suçundan idam edildi.Bu şekilde katolik bir tudor kanı ortadan kaldırıldı.1588 yılında II.Felipe'nin İngiltere seferi sırarasında dönemim en güçlü deniz filosu olan ispanyol armada'ın İngilizler tarafından yakılması Elizabeth'in adının günümüze kadar unutturmadı.24 mart 1603 yılında ülkeyi uzun süre tek başına yönettikten sonra öldü.Rivayetlere göre Elizabeth'in ölüm döşeğinde elinde çocukluk aşkı robert dudleyin yazdığı bir mektup vardı.

 

24 Aralık 2013 Salı

                                                               PENCERE
·      Yeni Cephelere Yelken Açalım 1

Bugün yazımda Çek Cumhuruyet’ini anlatmak istiyorum ama baştan eklemek istediğim küçük bir şey var, ben Çek Cumhuriyetine en az 2 sene önce gitmiştim onun için şu anda bazı şeyler değişmiş olabilir.


Çek cumhuriyeti Almanya nın yanında küçük bir Avrupa ülkesidir. Bu ülkenin en önemli özelliklerinden biri hoşgörülü ve yardım sever insanlarıdır. Ülkenin ticarı açıdan en çok tanınan ürünleri ise  kristal, cam işlemeleri ve granattaşıdır. Ülkede her yıl bir çok karnaval ve şenlikler düzenlenmektedir .Eğlenceye çok düşkün olan çek insanları aynı zamanda çalışkanlıklarıylada ünlüdür



.Başkent haricinde çoğu şehrinde dükkanlar beşten sonra kapanmaktadır.Sağlıklı olmasının yanı sıra bir o kadarda eğlenceli olmasıyla tanınan tahta oyuncakların en çok üretildiği ülkelerden biridir.Başkenti Prag da her caddede görebileceğiniz kuklaçı dükkanlarında hem nasıl kukla oynatılacağını öğrenebilir hemde küçük kukla gösterilerine şahit olabilirsiniz.tarihi açıdan bir çok önemli eseri bulunan bu küçük ülke herkes tarafından görülmelidir.


7 Aralık 2013 Cumartesi

Bir astronot'un günlüğünden:

29 aralık 2012
Bu gün günlerden cumartesi yarın büyük gün jüpitere giden ilk insan olma yolundaki adımlarımda finale yaklaştım.Yarın uçuş gerçekleşiyor ve ortalama 5 saat sonra jupiter de olacağım orada tahminen 2 haftalık bir zaman dilimi içerisinde kalacağım ve 2013'ede orada gireceğim heycanım ise dorukta bu olayı düşündükçe elim ayağım titriyor.

30 aralık 12:53
Mekiğin kalkmasına son bir dakika var.Yeni yıl yarın olduğu için buraya noel temalı bir süsleme hakim insanlar 10,9.8... diye bağırmaya başladılar heycandan elim ayağıma giriyor sanırım kalkıyoruz oley!

14:27
Yaklaşık 3 saattir buradayım etrafımda göz kamaştıran parlaklıklarıyla meteorlar kayıyor.Hala gündüz olmasına rağmen güneşin ışınlarının burada pek sözü geçmiyordu sanırım tüm evren sessiz bir karanlığa bürünmüştü.Yıllardır hayal ettiğim huzuru karanlıkta bulmak garip bir histi.

 Ay güzel ve ihtişamlı yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığında jupiterin tozlu yüzeyine inişimi gerçekleştiriyordum.bir kaç saat içerisinde bu güzel manzara eşliğinde yeni yılıma girecektim. insanlar dünya her yıl yeni bir şekil alır peki uzay o her zaman aynı mı kalırdı? sanırım bunu zamanla öğrenecektim.Ne kadar dışarıyı gezmek istesemde çok yorgundum bir kaç saat uyumak kötü bir fikir değildi. Uçsuz bucaksız uzay belkide o kadar korkutucu değildi aksine koruyucuydu.Dünya yı ve gezegenleri koruyordu kimdenmi tabiki kendinden...Bir yıldız yağmuru başlamıştı tam çocukluk hayallerimdeki gibiydi yıldızlar tüm ihtişamlarıyla önümde dans ederek evlerine gidiyordu her biri evrenin farklı bir köşesine...


12 Kasım 2013 Salı

                                                               BU MUDUR DÜNYA?
Bir zamanlar sütten çıkma bir ak kaşık olan bu dünya'ya şimdilerde neler olmuştu bõyle.'  insanlar sokakta birbirlerine bağirip çağırıyor, kimse kimsenin sözünü dinlemiyorz Hele  bir etrafı gorseniz heryer toz duman icinde otobüslerde yaşlı yaşlı teyzeler amcalar hep ayakta ne ahlak kalmış nede insanlık şu zamane genclerinde...Bizim dönemimizde böylemiydi diye düşünüyor insan iyiki bugünlerde yaşamayacağım...
    

1867 yılında zaman makinesini bulan issac'in yolculuğu böyle başlamıştı zamanla her 100 yıl gezmeye başlamıştı ama ne olursa olsun 2050 yılındaki bu felaketi unutamıyordu kafasını kurcalayan bu olay onu uyutmuyordu.Bir şeyler yapılmalıydı o insanlar bu kadar kötü ve küstah bir dünyada yaşamamalıydı.

1868 yılının bir pazartesi sabahı issac yine yolculuğa çıktı gerekirse bir kaç ay gelecekte kalacaktı ve bu olayı düzeltecekti fakat aklında tek bir düşünce vardı;ya zaman kuramını bozar ve dünyayı bir karadeliğe sürüklerse o zaman ne yapacaktı her neyse atalarınında dediği gibi korktuğun şey başına gelir...

Los Angeles aslında çok güzel bir şehir böyle olması onu çok üzüyordu neyse şimdi duygusallığa hiç gerek yoktu iş başına koyulmalıydı burada uzun bir zaman kalacağına göre kalacak bir yer bulmalıydı getirdiği altınları bozdurmak için kuyumcunun yolunu tuttu ama hiç bir yerde bulamıyordu ki bir kuyumcu yorulunca yoldan geçen birine sormaya karar verdi.Adam ona kaba saba bir şeyler söyledikten sonra bankamatikten bozdurabilecegini söyledi,parayı aldıktan sonra bir ev almaya gitti küçük şirin bir ev satın almıştı ertesi gün buralarda bir araştırma yapacaktı .
Sabahleyin erkenden uyandı ve hemen çıktı insanlara bakarken iğreniyordu bu kadar saygısızlık olmazdı ki ona laf atan birini uyarınca adam küçümser bir tavırla onun aydınlanmışlardan mı olduğunu sordu .Neydi acaba bu aydınlanmışlar bir kaç kişiye sorarak yerini öğrendi ve hemen buraya gitti .Sanırım yanılmıştı herkes kötü değildi buradaki sıcaklığı ilk anda hissetmişti.-Bu insanlarla biraz konuştuğumda birbirimize ne kdar benzediğimizi anladım,daha 2 gündür burada olmama rağmen evimi özlediğimi hatırladım sanırım artık evime dönmeliydim barası emin ellere emanetti- İssac sabah uyandığında aklında olanlara dair sadece bir hatıra ve 2 dolar olacaktı .

26 Ekim 2013 Cumartesi

anılarımızı anlatalım!!

                                     
                                                                papatya
Açıkcası burada hangi anımı anlatacağımı bilmiyorum şu ana kadar öyle güzel anılar yaşamadım tek güzel zamanlarım kitapta geçtiği için benim için çok zor olacak ama anlatmalıyım çünkü çiğdem -kendisini çok severim- öğretmenim ödev verdi:
   tarihi tam olarak aklımda değil ama sanırsam 4. sınıftaydık Ece ,Beste ve başka arkadaşlarımla-adlarını hatırlamıyorum-Nursu'lara gitmiştik.Evleri o zaman dağ gibi bir yerdeydi gerçekten çok aşırı eğlenmiştik gün boyunca papatya toplamış ve oyun oynamıştık. Daha iyi bir şey yazmak isterdim fakat aklıma hiç bir şey gelmiyor.

sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından bir kopmuştur

                                                           SANAT BENİM RUHUM
        Sanat hayatımızın her bir parçasında kullandığımız değerleden biridir.Sanat insanlığın oluşumundan beri en önemli safhada tutulmaya çalışılmıştır.Sanat bir hobi olsa bile hayatta ihtiyacımız olan her şeyi içinde barındırmaktadır,aynı zamanda herkesin bildiği üzere sanat beynimizinde bir lobunu oluşturmaktadır!..

           Peki biz hayatımızda sanatın ne kadar büyük bir alanı kapladığın farkındamıyız?Muhtemelen, hayır... Bana göre sanat Allah tarafından bize bahşedilmiş en güzel hediyedir, bir düşünsenize müzik dinlemediğimiz,rengarenk resimler yapmadığımız bir dünyayı.Bir ülkenin sanatsal gelişimde geri kalması demek o ülkenin cahiliyete sürüklenmesi bir bakıma hayatta kalma savaşında dibe çekilmesi demektir. En basitinden bir örnek verecek olursak;günlük hayatımızda insanlala konuşurken bile daha kibar ve etkili olabilmek için sözcük sanatından yararlanırız.

  
 Yaratıcılıktır aslında sanat çünkü her şey insanın hayallerinde oluşur bu yüzden hayaller özeldir,hemde çokk özeldir.Dünya da hayatını sanata adamış zilyonlarca insan gelip geçmiştir.Bunlardan biri ise ATATÜRK 'dür.Atatürk sanatın anlamını önemini ve hayatımızdaki yerini anlamıştır ülkesini sanat yolunda ilerletmiştir size Atatürkün sözlrinden bir kaçını örnek vermek istiyorum;
''Sanatkar el öpmez; sanatkarın eli öpülür!
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.
Sanatçı, esaslı kültür sahibi olmalı ve tarihi iyi bilmelidir. ''Bence bu sözler Atatürkün sanata ve sanatçıya olan sevgisini çok güzel anlatmış.

        Sanatçı sanatı bilir sanat onun için evcil bir hayvan gibidir çünkü sanatçı yaratıcıdır ve sanatı kullanmayıherkesden iyi bilir.Bir ülkede ne kadar sanatçı yetişiyorsa ülke o kadar gelişmiştir.Çoğu insan önemsemese bile sanat bizim ruhumuzdur ve ruhumuz bizi nereye götürüyorsa ona güvenmeliyiz bu yolda önümüze çıkan tüm engelleri yenmeliyiz.Eğer bu bir savaş olsaydı herkes galip gelirdi fakat kendi yaratıcılığınndan utanıp onu bırakanlar ölü olurlardı (zombiler gibi zombileri severim twd inşallah çiğdem hoca bana okutmaz)Sonuçta ruhsuz bir insan var olamaz doğa buna bizzat kendisi karşı gelir.
kaynak:yenimakale

18 Ekim 2013 Cuma

Biyokinezi

Biyokinezi (Kas değiştirme,göz rengi değiştirme) nasıl yapılır ?
Yarım saatlik bir meditasyon size yeticektir. Meditasyon rahatlığına ve saflığına ulaştığınız zaman, enerjinin üstünüzden ve içinizden geçmesine izin verin. Vücudunuzun içinde bir enerji iğnesi oluşturun. Onu çok sivri yapın ve keskin olsun. Şimdi genleriniz küçük tüpler içinde hücrelerinizde gezindiğini imajine edin.. Bu iğneye onun görevini ve genlerinizi nası değiştreceğinizi söleyiniz/emrediniz bunu bir süre yapınız. Enerjinizi ve düşüncenizi iğneye gönderin ve genlere geçirmesine izin verin. Enerji iğnesinin açtığı deliği kapamak çok önemlidir, yapmazsanız, istediğiniz genlere ulaşamazsanız. İğne bir kez hücrelerin yanına geldimi, iğnenin küçük bir enerji tanesine dönüşmesine izin verin ve gen değişene kadar ona etki etsin.

Burdan sonra, uyanabilir ve gününüze normal bir şekilde devam edebilirsiniz. Ama henüz işiniz bitmedi herhangi bir iş yaparken tüm gün şunu aklınızdan çıkarmayın " Ben ( ne olmak istiyorsanız ) buyum ". Bunu genler gerçekten değişine kadar devam ettirin hatta mükemmellik için nerdeyse tamamen evrimleşene kadar. 1-2 hafta sonra değişimleri görmeye başlayacaksınız ve sonuçları hissedeckisiniz. Bunla lütfen oynamayın genlerinizi yanlış değiştirmek sizin için gerçekten kötü olur.

DİANA

                                                                  DİANA

Aralık,18,2079

   ''hoşgeldiniz sevgili yardımseverler bugün derneğimizin 20. yılını kutlamaktayız.Daha yeni kurulmuş bir dernek olmasına rağmen bizi buralara kadar getiren sizlersiniz, şuana kadar 30.000 kadar çocuk okula gönderildi evsiz 104.000 çocuk ise yeni açılan yurtlara yerleştirilmekte ama biliyorsunuz acımız büyük van depreminden sonra ne kadar yardım etsekte sokaklarda binlerce hatta milyonlarca çocuk ve yetişkin var.Üstelik burası sadece bir şehir daha dünyada yardım bekleyen sayısız insan var.Bugün ise burada sizin gibi insanların bize 3 yıldır bağış yapmasını kutlamak için bulunuyoruz.Aynı zamanda hepinizin bildiği üzere bu derneği kuran Kraliçe Diana'nında ölüm yıl dönümü şimdi Diana için hazırlanan slaytı izleyelim. ''


haziran,1997

Diana'nın ailesi İngiltere kraliyet ailesindendi,Diana doğmadan önce onun için herşey hazırlanmıştı hatta büydüğünde oturacağı ev bile şimdiden alınmıştı.Bebek doğduğunda herkes ona hayran kalmıştı çimen yeşili gözleri,elma gibi yanakları gün batımı gbi kızıl saçları ve yanaklarının ,burnunun üstüne serpiştirilmiş çilleri vardı.





Fakat o gün Diana 'nın doğumundan sonra kötü bir şey oldu zaten hasta olan annesi ölmüştü.Tüm aile bu ötü haberle yıkılmıştı.Kızının Prens Harold ile evlenmemesini isteyen İspanya kralı bu haberi duyunca iyice çileden çıkmıştı.

yıl 2000 mayıs 16

İspanya ve İngiltere arasında bir savaş çıkmıştı.3 senedir devam eden bu savaş daha yeni bitmişti.Diana'nın babası ise savaş sırasında yakalandığı beyin humması nedeniyle ölmüştü.Küçük kız üç yaşında hem annesiz hemde babasız kalmıştı.Büyüyene kadar Diana'yı babasının kız kardeşi büyütecekti bu babasının vasiyetlerinden biriydi.Diana yavaş yavaş büyüyordu,dersleride fazlalaşıyordu ''yüzme,bale,fransızca,matematik,tarih,ingilizce,edebiyat,piyano,keman vb.'' dersler görüyordu matematik ve tarih öğretmeni Diana'nın disleksi hastası olduğunu düşünüyorlardı çünkü bazı konuları kaç kez anlatırlarsa anlatsınlar Diana anlamıyordu buna rağmen yaşıtlarının seviyesinin üstündeydi.Günler böyle geçip gidiyordu nisan ayındaydılar Diana çok heycanlıydı eğer öğretmenlerinden yüksek not alabilirse yazın New York'a gidecekti. New York'u kitaplarda duymuşdu resimlerini ilk gördüğünde o şehire aşık olmuştu resmen sanki onun için yaratılmıştı bu şehir..





temmuz 12
 New York City'ye gelmiştim hatta iki haftadır buradaydım.Burada anlatamayacağım kadar güzel şeyler vardı hepsi beni benden aldı fakat konumuz bu değil.Biliyorsunuz kraliyeti halamlar yönetiyordu,fakat halamın küçük kardeşi (biz ona küçükbey jervie deriz )kafayı yemiş ve halamı vurmuş işte bu yüzden ispanya yolundayız. Açıkcası dedemleri pek tanımam zaten sevdiğimde söylenemez. 
                                                           1hafta sonra
Dedemlerin yanına gelmiştim aslında burası o kadar da kötü değildi ama yinede mutsuzdum dedem beni pek sevmemişti.buradaki çocuklar benimle dalga geçip duruyordu onlara bunun kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalıştığımda ise gülüyorlardı. Burası çok sıkıcıydı buradaki insanlar sanırım hiç okumuyordu.
Bana küçük bir oda vermişlerdi yemeğimi bile bu  odada yiyordum.Dışarı çıkmama izin vermiyorlardı,okula bile gitmiyordum bir  bakıma burada esir kalmıştım. Aslında buradan kurtulmak için bir planım vardı.Şato'da ki iyi bir hizmetçi dedemden izin almıştı.Eğer yemek işlerine yardım edersem haftada 1 gün kütüphaneye gidebilirdim.Kütüphaneye gittiğim zamanlar ilk başta çocuk haklarını okumaya başladım belki işime yarayan bir şey bulabilirdim.
 2005
 Çocuk haklarında bulunan şikayet hakkından yararlanarak bir dava açtı ve Diana mahkeme kararına göre İngiltereye geri gönderildi burayı gerçekten çok özlemişti.Ailesinin ona küçükken aldığı eve yerleşmişti çünkü kraliyete gitmek istemiyordu.3 ay sonra lise sınavları vardı.onun için çok çalışmalıydı halasının ayarladığı gibi öğretmenleri hergün geliyordu.Diana hergün kendini daha çok geliştiriyor ve yetiştiriyordu.Kafasını toplamak için yüzmeye gidiyordu.Yazın yarışları vardı Diana takımdaki en iyi yüzücülerden olduğu için yaz tatilinde avrupaya gideceklerdi neredeyse her ülkeyi dolaşacaklardı.Aslında öğretmenleri buna pek sıcak bakmıyordu ama olsun Diana onlarıda ikna edecekti.Hayat artık istediği yöndeydi.Diana büyüdüğünde çok güçlü bir kraliçe olacaktı bunu herkes biliyordu bazı insanlar ondan korkuyorlardı çünkü;Diana her zaman doğrucuydu eğer kraliyete geçerse onların dalaverelerini anlayacağını biliyorlardı.

2017
Diana üniversite'yi bitirmişti.Oxford'dan menzun olmuştu,bir savcı olarak.Şimdi ise taht boş kaldığı için Diana tahtta geçmişti.O zamanlar herşey iyi gidiyordu Diana kraliçeliği sevmişti.Fakat kötü yıllar çok uzakta değildi...


2030
Ülkede bir kargaşa çıkmıştı Diana hapse attırılmıştı insanların haklarını savunduğu ve yenilikçi olduğu için ama o bu davadan vazgeçmeyecekti, insanlar haklarını savunmalıydlar allah onlara niye zeka verirdiki aksi olsaydı fakat kimse bunu önemsemiyordu.İnsanlara bir şey yapmak zor geliyordu her neyse bunları kafaya takmaya değmez dedi diana aslında değerdi bunu o da biliyordu fakat bilmek istemiyordu.günleri kitap okuyarak hayal kurarak geçiyordu. bir gün yine hayal kuruyorken gardiyanlar geldi mahkemeye çıkacaktı,mahkeme heyetinin %92'isi Dianayı haklı bulmuştu fakat mahkeme sonucunda Diananın asılmasına karar verilmişti.Diana kürsüye doğru bir kurban değilde bir prenses gibi gidiyordu.Tüm ingiltereliler oradaydı çoğu üzülüyordu çünkü Diana onlara değer veren bir yöneticiydi.Diana asılacağı zaman herkes ağlıyordu Diana ise gülümsüyordu her zamanki gibi sıcacık bir güneş gibi gülümsüyordu bu onu çekemeyenleri sinirlendiriyordu.Diana asılırken en azından insanları bir kibrit kadar bile olsa aydınlatabildim diyordu,en azında bunu yapabildim.
                                                          S O N


16 Ekim 2013 Çarşamba

miyavvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv

Yaptıklarımızın Sonuçları



                                                         Yaptıklarımızın Sonuçları

    Hayatta her insan yanlış yapabilir.Aynı şekilde bizde yanlış yapabiliriz Fakat yanlış yapan birini gördüğümüz zamanhemen müdahale etmeliziyiz.Yoksa bizde yanlışı yapan kadar suçlu oluruz.Bununla ilgili bir söz var: Yanlışı gören ve elini uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.Bence çok doğru bir söz.Çünkü bir insan yanlış bir şeyi yapıyorsa ve biz bu yanlışı gördüğümüz halde hiçbirşey yapmıyorsak bu suça bizde ortak olmuşuz demektir.Misalen bir arkadaşımız başka bir arkadaşımızdan kopya çekiyor ve bizde bunu görüyor ama öğretmene söylemiyorsak bizde suçluyuz demektir.
fakat arkadaşımızın bu yanlışı görüp de müdahale edersek ve o yanlışın yapılmasını engellersek  güzel bir şey yapmış oluruz.
bir yanlışı görüyorsak mutlaka ona engel olalım  yoksa yanlışı yapan kadar suçlu oluruz.

21 Eylül 2013 Cumartesi

UMUDUN BİTTİĞİ YER

                                               
                                                          
                                                         UMUDUN BİTTİĞİ YER

             Soğuk yağmurlu bir sonbahar akşamıydı .Herkes camda oturup keyif yapıyordu o hariç.Yale yine sokaklardaydı.Oysa babası ona hiç böyle olacağını söylememişti eğer bilseydi Türkiyede kalırdı ,babası ona burda daha güzel okullar olduğunu söylemişti hem burda daha mutlu olacaklardı. Fakat hayat insan sözü dinlemiyordu değilmi. Babası buraya geldikleri zaman hastalığı yüzünden ölmüştü sonra bankadan insanlar gelip her şeylerini almışlardı. Yale düşünmeden ...Bir fırıncıda iş bulmuştu çok iyi insanlardı kızları üniversiteden dönene kadar evlerindeki tek boş olan odada kalmasına izin veriyorlardı ama mağlum kızları dönünce yale evden ayrıldı. Fırıncı gerçekten iyi insandı bir yardım vakfına gidip yalenin halini anlattı. Yardım vakfı 2 ay sonra yaleyi Türkiye' ye gönderebileceklerini söyledi fakat şansızlık bu ya tüm yurtları doluydu ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın 13 yaşindaki yale şimdi sokaktaydı.Sayılı gün çabuk geçer demişler 2 ay dolmuştu.Fırıncını fazlasıyla verdiği bir 300$ ı vardı yanında acaba türkiyede ne yapacaktı? kendine bir yardım eli uzanacakmıydı? Bunun gibi binlerce soru vardı yalenin aklında 13 saatlik uçak yolculuğundan sonra Türkiye' ye varabilmişlerdi.Yale ağlayacak gibi olmuştu burayı o kadar çok özlemişti ki ... Havalanından onun akrabası olduğunu söyleyen birisi onu almıştı.Yale bu insanları hiç hatırlamıyordu ama olsun onlarda bir aile şefkati vardı.Arabaya bindiler va yola çıktılar..... (yazarın notları)[Yale o arabaya binerek hayatını yıkacak bir yanlış yaptığının farkında değildi.Bu insanlar onu sevmiyordu ilk anda anlamalıydı yale bunu ve anlanıştıda fakat kalbinin sevgi hasreti beyninin feryatlarını yıkmıştı oysa biraz daha çabalasaydı belki haytının en güzel hediyesini alacaktı ama çocuk kalbiydi ne kadar geniş olursa olsun o sevgiyle beslenirdi....] Eve geldiklerinde Yale okulunu gezmek istedi ama izin vermediler hatta bağırdılar Yale nedenini anlayamamıştı o ne yapmıştı ki bir anda yengesi olan kadın ben hastayım diye yatağa giriverdi yemek yapmak ise Yaleye kalmıştı ama o yemek yapmayı da bilmezdiki ama yengesi çok hasta gözüküyordu.O an içinde bir acıma ve merhamet duygusu kabardı gidip komşularında makarna yoğurt filan istedi ama komşuları 1,2 tl haricinde bir şey vermediler beni dilenci filan sandılar acaba dedi içinde ise fırtınalar kopuyordu.Ona iğrenen gözlerle bakıylardı İngiltere de böyle şeyler olmazdı.Sokağa çıktı elindeki az biraz verdikleri parayla bir domates bir paket makarna ve küçük bir kasede yoğurt alabildi.Tam yuukarı çıkarken camdan onu gören komşularından biri ona kapıda bir tencere çorba verdi ve şöyle dedi ''ah güzel kızım ne kadar kötü bir hayata düştün senin suçun neydi ki ,bu allahın değil şeytanın işi senin annen baban şeytana çok karışmış cezasını sen çekeceksin '' Yale yukarı çıkarken hep bu sözleri düşündü ....  


                                                     2 AY SONRASI 

Evde yine kavga vardı.Nebile hanım sinrden köpürmüştü dayanamayıp polisi aradı. Fakat polis hiç bir şey yapamadı elde somut kanıt yoktu polislerde bir şey bulmayı çok istiyorlardı nerdeyse otuzuncu şikayetti bu amahiç birşey yapamıyorlardı ...
            Yale odasına yatmaya gittiğinde keşke o gün o şeytan kadına acımasaydım diyordu, o gün elinden poşetle döndüğünde onların konuşmalarını duydu '' bu kız çalışır safın teki '' demişlerdi onun hakkında?onun şimdi anlıyordu bunların hepsi bir oyundu fakat bunu anlaması bir şeyi değiştirmemişti.Bütün hakları elinden alınmıştı okumuyordu, yemek yiyemiyordu ,çalıştırılıyordu, kıyafetleri neredeyse yırtılacaktı bir tek yaşama hakkı elinde kalmıştı allaha onuda alsın diye her gün dua ediyordu. insanlar onu çok kurtarmaya çalışmıştı ama olmuyordu o bu hayata mahkum kalmışttı şimdide onu zengin bir adamla evlendirmek istiyorlardı ama o bu sefer izin vermeyecekti... Ertesi gün işler iyi gitmişti ne kadar iyi olabilirse sanki tüm evren ona yardım ediyordu ama o artık buna dayanamayacaktı.Vücudu sanki camdan yapılmıştı dokunsalar kırılacaktı lakin bunu kimse anlamamalıydı.O güçlü bir kızdı kurtulacaktı bu hayattan annesiyle birlikte bulutların arkasındaki cenette yaşayacaktı.
                                                                  2 YIL SONRA 
İki senedir her gece bunun düşüyle uyuyordu.Bu hayattan kurtulmanın tek yolu belki ölümdü.O gün akşam yine bunu düşünüyordu,istediği tek şey buydu evden kaçacaktı evet bu gece pencereden kaçacaktı.Gece saat birdi.En iyi dostu ,sırdaşı, kardeşi,suç ortağı olan ulu meşe ağacı sanki planını anlamıştı ağlar gibi hışırdıyordu,hemde en gür sesiyle Yale meşenin yanına gitti belki sende cennete benimle gelmek istersin diyordu usulca ağlayarak .Koşmaya başladı nereye gittiğini bilmeden hava ayazdı bedenine iğneler batıyordu sanki, boğaz köprüsüne geldiğinde nefes nefese kalmıştı.bedeni soğuk sular ile çarpıştığında ölümümün bu kadar şanlı olacağını düşünmüyordum diye geçiriyordu içinden . Marmara denizinin tuzlu suları boğazını hafif hafif yakmaya başlamıştı ,aynı zamanda içini bir huzur sarmıştı.İleride annesini görüyordu heycandan kıpırdayamayacak haldeydi ,istesede kıpırdayabileceğini sanmıyordu aslında...Bir el onu annesinin yanından çekip aldı ama burası olamaz! dedi içinden burası İngiltereydi.Şükürler olsun yaşıyor diye bağırdı bir kadın .Yale kendine kızıyordu bir işide beceremiyordu, yine başladığı yerdeydi.Ambulans geldi ve Yaleyi hastaneye kaldırdılar.

                                              38 GÜN SONRA 

                                                           


Yale hastaneden çıkmıştı ve bir yurda yerleşmişti her şey iyi gidiyordu lakin küçük bir sorun vardı,yürüyemiyordu
haftada 3 gün hastaneye gidiyordu dotorlar iki aya yürüyebileceğini söylemişlerdi fakat iki ay boyunca tekerlekli sandalyeye mahkumdu.Aslında hayat yaşadıklarının yanında ona ödül vermişti , bunları düşünürken aklına meşe gelmişti onu ne kadar özlemişti her şeyini paylaştığı tek arkadaşıydı konuşmasa bile o dallarıyla her şeyi anlatırdı. Yale  hayatı ondan öğrenmişti. Belkide meşe onun için tanrıyla konuşmuştu ona yardım etmesini istemişti.Artık mutlu olmalıydı ama nasıl hayatındaki en önemli kişiler teker teker uçmuştu keşke meşe yanımda olsa diyordu. Annemde burda olsaydı diye düşünürken, birisi onu ziyarete gelmişti acaba kimdi.Ama olamazdı bu. Sarah dı çocukluk arkadaşı bir anda aklındaki tüm düşünceler uçmuştu.Sanırım bu hayatımın en mutlu anı diyordu içinden ağlayarak Sarah yurt müdürüyle bir şeyler konuştu ve Yale artık Sarahla kalacaktı mutluluktan ne yapacağını bilmiyordu Yale , mutluluktan zıplamak hoplamak istiyordu aklına bunların hiçbirini yapamayacağı geldi ama olsun düzelecekti ….
  Sarahla çok eğleniyorlardı ama Sarah son günlerde iyi değildi hastaneye her gidişlerinde bir doktorla konuşuyor ve ağlıyordu Yale görmesin diye uğraşıyordu.Yale artık buna dayanamayacaktı.Doktoruna neler oluyor diye sordu.Hayır bu olamaz diye sayıklıyordu Yale Sarah kanser olamazdı tüm hastaneyi inletiyordu acı feryatları ama ne fayda bir hafta sonra Sarah ölmüştü . Bu sefer hayatındaki son kişiyide kaybetmişti onu seven tek kişide sonbaharda göçen kuşlar gibi göçüp gitmişti.Artık onun yaşamasın ne anlamı vardı ki her gün aklından geçiyordu bu soru bu sefer gitmeliydi yapacak işi ,yaşayacak bir hayatı bile kalmamıştı olsada artık gücü kalmamıştı. Annesi o küçükken birisi öldüğünde ;Allah hayatı bir insandan aldığında bir başkasına verir derdi . Allaha dua ediyordu onun hayatı kimseye vermesin diye suçsuz bir çocuğun yaşamı yok olmasın diye. Hem artık mutlu olmalıydı hayalindeki ülkede sevdiği herkes vardı. Orası Allahın cennetiydi. Dünyaya son bir kez daha baktı şu küçücük dünya bazıları için ne kadar güzel oluyordu bu yüzden ona küsmüştü.Sana son sözüm dedi Yale hayattan koparken suskunluğum asaletimdendir. Yavaşca sürüsünün yanına uçtu.





19 Eylül 2013 Perşembe

Bilgilendirme

Konferans (Latince: conferre = toplamak, benzetmek), ilim, sanat, hukuk, edebiyat gibi çeşitli konularda bilgi vermek amacıyla yapılan uzun konuşmalardır.
Bir hitap çeşidi olan konferans, bilgi verme esasına dayanmaktadır. Konferans, bir tezi veya görüşü, bir konuyu açıklamak için daha çok akademik yerlerde verilir. Konferans veren kimsenin derin ve geniş bilgi sahibi, orijinal ve sağlam bir görüş sahibi olması beklenir. Konferans heyecanlı konuşmalar yapmak ve dinleyicileri galeyana getirmek yerine, onların merak ve araştırma, öğrenme arzusuna seslenen bir hitaptır. Konferansı nutuktan ayırt edemeyen konuşmacılar, genellikle gülünç bir etki bırakabilirler.

KAYNAK:Wikipedia

14 Eylül 2013 Cumartesi

devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak gerekir.



                                                                       Dev eserler



Dünya yaşamı devam ettiği sürece insanların yararlandığı, hizmet gördüğü, iyi eserlerdir.
 İnsanlar yararlandıkça da yapan kişi sevap kazanır. Devam eden iyiliktir, bu. Bunlar hastanedir, okuldur, aşevidir, cami yaptırmaktır, ağaç dikmektir, kitap yazmaktır, ilmin yayılması ve gelişmesini sağlayacak bilimsel eserler bırakmaktır.”

Hayat gelip geçici bir zaman bunun için iyi çalışmalıyız.Kendimizi en iyi şekilde geliştirmeliyiz,bunun yanında insanlarıda bilgilendirmeli ve geliştirmeliyiz.örneğin bir insanı kitap okumaya teşvik etmek o insanı bilgilendirir ve o kişi yıllar içinde başka insanları teşvik eder.Bir bakıma bir insan binlerce insanı bilgilendirebilir
 
      İnsanın en kıymetli sermayesi zamandır. İnsanın ve insanlığın geleceği, insanların yaşamakta oldukları zamanı nasıl kullanacaklarına bağlıdır. İşte bu noktada eğitim devreye girer. 
“Hayatta başarılı olmak için, hedefinizi yüksek tutun. Bunu gerçekleştirmek için de çok çalışın. Unutmayın ki devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak gerekir.

hakaret aklı kıt olan zavallıların söz bulamadıklarında kullandıkları son çaredir.

                                                            neden?

                                                         
              Hakaret suçluluk duygusunu öretmek için başvurulan sonu pişmanlık ve keşkelerle dolu,
davranış, hareketler türü kişiyi alçaltan duygu yoksulluğudur.
 Hiç düşünmüş müyüzdür acaba biz niye hakaret ederiz? Bana göre hakaret bilgi yoksulluğudur,kelime dağarcığı gelişmemiş insanlar hakaret edebilir bu karşısındaki insanı kırmaz aksine kendini küçültür.Size mevlanadan bir kesit ile örnek vermek istiyorum;
“Mevlana bir gün sokakta yürürken iki adamın fena halde kavgaya tutuştuğunu ve birbirlerine ağır hakaretler ettiğine şahit olur...

Mevlana birinin diğerine şöyle dediğini duyar:

-”Eğer bana küfür edecek olursan sana bin katıyla cevap veririm...”

Bunun üzerine Mevlana onlara yanaşır ve şöyle der:

-”Hadi dostum... Öfkeni bana kus... Bin tane küfür etsen de ben tek bir tane küfür duyamayacaksın...”

Herhangi bir kavga anında mevlanın bu sözünü hatırlamakta fayda var.Hem ne için birbirini kırmak yerine, konuşmak, bencillikten uzak yaklaşmak, yada bizimle aynı fikirde olmayanları hor görmek nedendir bilinmez.Bizden farklı insanlarla niye dalga geçeriz sonuçta hepimiz aynı yerden geliyoruz bir insanın kalbini kırmak niye,kendini üstün görmek niye herkes sizinle aynı fikirde olmak zorundamı Allah tarafından böyle bir emir gelmiş mi ? hayır.O zaman ne için bu hayatta tek başımıza tüm insanları küçümsüyoruz onlar gittiğinde ne yapacağız.
hakaret etmek her zaman kötü bir şeydi hala da kötü bir şey.Bilgisizlikten oluşan bu laf kalabalığına hayatımızda yer vermeyelim çünkü,bu sadece örtbas işidir, hakaretle hiç bir işimizi halledemez, aksine çıkmaza getirir,yüzümüze gözümüze bulaştırırız....
   

13 Eylül 2013 Cuma

bazen herşey göründüğü gibi değildir

 Her insan aynı değildir kimisi iyi kimisi de kötüdür . çünkü insanlar aynı değildir ki bencede olmamalılar bağzıları zengin bağzıları fakir bu yüzden kimisi şımarık kimisi fesat kimisi kıskançtır.



 Mesala insanlar bize yardım eder gibi görünürken arkamızdan iş çevirir bu nedenle insanlara fazla güvenmemek lazım veya fazla tanımadan onunla arkadaşlı kurmamalıyız. belki kötü birisidir yada kötü düşünmemeliyiz belkide çok iyi birisidir işte öyle insanlarla arkadaşlık kurmalıyız çünkü öyle insanlar temiz kalplidir ,ve iyi sır tutarlar. Ama bağzıları vardırki çok iyi görünüp seniinle iyi arkadaşlık kurup arkadan konuşu


 insanlara her zaman dikat etmeliyiz çünkü her insan iki yüzlü olmicaak diye bi kural yok...

12 Eylül 2013 Perşembe

vicdan kalbin pusulasıdır



İlim Şehrine Yolculuk


Kalp,nefis,vicdan ve akıl uzun bir yolculukta beraberce yolculuk ediyorlar.

Kalp ve nefis bu yolculuk esnasında sürekli münakaşa ve didişme
halindedir. Akıl ise kalp ve nefsin hakemliğini üstlenmiştir.

Yolculuk zorlu ve çetindir. Kalp bu yolculukta lazım olabilecek levazımatın
kendisinde var olduğunu bildiğinden, verilen süreyi en iyi şekilde
değerlendirmek ister.

Fakat nefis öyle değildir.Her gördüğüne
meyleder.
Nereden geldiğini ve nereye doğru yol aldığını umursamaz.
Etrafındaki şeylerin cazibesinden kendisini alamaz,doyumsuzdur.

Bu nedenle kalp ile aralarında sürekli bir çatışma yaşanmaktadır.

Vicdan, ikisinin arasında bir yol göstericidir, doğru karar verir, bilgedir.
Onun sayesinde bu yolculuk birlikte devam eder, gider.

Gel zaman git zaman bir gün karşılarına vesvaslar çıkar aralarında bir
mücadeledir başlar.
Kalp kendini iyi savunabilecek bir durumda fakat
nefis asi tavırlar sergilediğinden çok endişelidir.
Vicdan Kalbin
destekçisi, dostu, sırdaşı, tesellicisi olmuştur.
Akıl, kalp ve vicdan
işbirliği yaparlar ve bu vesvaslara karşı nasıl galip olabileceklerini
düşünürler.
Hem aralarında hem de karşılarında bir tehlike vardır.
İşleri zor yolları uzun ve karanlıktır.

Vicdan bir pusula gösterip der ki: her zaman karşımıza çeşitli düşmanlar çıkacak, daha çok saldırılara maruz kalacağız bizim çok iyi bir donanıma ve çok iyi bir rehbere ihtiyacımız var.

Bunun için şu pusuladaki ilim şehrini bulup o şehirde gerekli donanımı almalıyız der.

Vesveseleri oyalayarak ilim şehrine ulaşırlar burası gözlerini kamaştırır .

Öyle aydınlık, öyle temiz, öyle nurludur ki, hayranlıklarını ifade etmekten aciz kalırlar.

Vesvese düşmanları korkuya kapılırlar.
İlim
şehrinin askerleri onları tardeder, karşılarında ilim şehrinin
askerlerini görünce her biri bir tarafa dağılır neye uğradıklarını
şaşırırlar.
Reisleri: bu defa bizi alt etmeyi başardılar diye feryat
eder.

Akıl, kalp ve vicdan bundan böyle gezilerini bu ilim
şehrinde sürdürmeye karar verirler .
Öyle ya burası onların tam da aradıkları yerdir. 
Asi yoldaşları olan nefsi ancak burada ıslah
edebileceklerdir.

Bu onlar için zor ama imkansız değildir. Bunun için kararlıdırlar.

Eyyy
nefis kardeş burası senin kendini bütün kötülüklerden arındırabileceğin
ve muhafaza olabileceğin bir şehir.
Sen aramızda yaramaz ve asi bir
çocuk gibisin.
Senden vazgeçemeyiz, öyle ise sana yardımcı olacağız”
derler.
Böylece nefis başına buyruk olmadığını ve diğerleri ile kolay
kolay başa çıkamayacağını fark etmiştir.

İlim şehrinde yaşamları devam ederken yolları bir gün fazilet çarşısına düşer.

Burada
çok karlı ticaret yolları öğrenirler.
Bu ticarete göre Akıl, kalp,
vicdan, nefis varlıklarını bu şehrin sahibine adayacak karşılığında
ebedi saadeti kazanacaklardır.
Bire bin kazanç getiren bu ticaret çok hoşlarına gider.

Nefsi de bu karlı ticarete ikna etmeyi
başarırlar. Kendilerine ait bile olmayan fenayı verip bekayı kazanmak
Üstelik fena yine ellerinde kalacak fakat sahiplerinin izni dairesinde
yaşamlarını sürdüreceklerdir.

Sahipleri, Sultanları öyle
cömertmiş öyle merhametliymiş ki, yola da yolculuğa da bütün
sıkıntılara da değmiş doğrusu Asıl zenginliğe ve asıl mutluluğa
ermişler.
____________________________________________________
::::::::::::Bu konuyla ılgılı bır kısa hıkaye:::::::
Adam ölmüş, yargılanmak üzere mahkeme salonuna girdiğinde bir ne görsün? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde de Tanrı.

Adam şaşkın, aman Tanrım bu nasıl oluyor? Senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa yargıç kürsüsünde insan oturuyor. Tanrı gülümsemiş,

Ben hiç bir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz sizi özgür bıraktım. Bana yargılamak değil sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için, sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama da gerek yok. Her şeyi bilen olarak burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz.


Hayatta iken zarar verdiğin, hoşgörü ile davranmadığın, yargıladığın, üzdüğün insanlar biraz sonra salonu dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış, affederlerse ne ala. Çünkü senin için cennetin yolu onların seni affetmesinden geçiyor demiş.


Adam merakla sormuş peki ya ffetmezlerse ne olacak? Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş.

Ben cennetide cehennemide yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece O insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yapmış olduğun kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.

Adam bir süre düşünmüş ve tanrıya sormuş. Peki, cennet nasıl bir yer? Cennet bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Hani dünyada, mutlu huzur ve sevgi dolu, İnsanlara yardım etmekten keyif alan, yarattığım canlı-cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmak için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil demiş Tanrı.

Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi diye karşı çıkmış adam.

Kutsal olan şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım, siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan en büyük ibadeti yapandır demiş Tanrı. Peki, ya dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?

Ben bunun için siz insanların içine vicdan denen bir pusula koydum. Bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarını yıkabilirseniz, vicdanınızın sesini yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.

Peki, siz insanlara ne kadar yakınında bulunuyorsunuz?
Şah damarınız kadar yakında, düşmanınız kadar uzaktayım. Çünkü düşmanlarınızda Ben’im, Siz de benim. Yani Tanrım mahkeme salonunda hiç hesap sormuyormusunuz? Tanrı gülmüş, sadece iki sorum oluyor tüm insanlara;

Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?

arkadaş



                                                              ARKADAŞLAR


Çevremizde kimi insan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. İçinizde sanki bir kır bahçesindeymiş gibi en güzel renkleri taşır, tatlı bir coşku yaşarsınız.  Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. fakat bazı insanlar kötüdür sadece kötü her türlü fesatlık ondadır.Acaba hiç sormuşmuyuzdur kendimize bu arkadaşım beni nereye götürüyor ? Arkadaşlıklar bir yol gibidir sadece siz o yolda uyursunuz ne kadar eken uyanısanız kötülüğü o kadar çabuk farkedersiniz aynı zamanda daçevrenizdeki güzelliği o kadar çabuk farkedersiniz.Arkadaşlara mevlana ile bir misal vermek istiyorum:
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
                                   Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
                                   Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...    
                                   Dost dediğin; fanatik olmalı;                                   
                                   Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.  
                                  Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,                                
                                   Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
                                    Ama hepsinden daha çok;  
                                    Dost matematiksel olmali;                                                                                 
                                     Sevinci çarpmalı...  
                                     Üzüntüyü bölmeli...  
                                     Geçmişi çıkarmalı...  
                                     Yarını toplamalıi... 
                                     Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
                                     İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
Suyun susuzu kandırması gibi, doğru söz de kalbe temizlik getirir
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır 
İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur...
                                                 Seni dostundan ayıran sözü dinleme. 
                                                O sözde ziyan vardır, ziyan!
İnsan özden ibarettir; geri kalan deridir.
Göz de dostu gören göze derler.
Huzur arıyorsan, dost ol, çabuk pişmanlık getir işe güce koyul.
'' Sen dost olursan, sayısız dost görürsün''
'İnsanın gönlü, uyandırılacak, nurlar saçacak bir mumdur.
Dostun ayrılığından ötürü bir yırtık vardır,
bu yırtığın dikilmesi gerektir.
Ey gönül yapmaktan ve gönül yakmaktan,
gülmekten ve ağlamaktan haberi olmayan gafil!
Aşk, bir geliştir,
aşk bir haldir,
bellenip öğrenilecek bir şey değildir'...
                                            Mevlânâ



 
Mevlananında dediği gibi dost matematiktir.Dost hiç yanımızdan ayrılmayan bir ruh gibidir.Kendisi olmasada varlığı hep seninledir.
 Yazımı çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum. Kiminle gezdiğinize, kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Çünkü; Bülbül güle, karga çöplüğe götürür!... (Hz.Mevlana)
Hayatınız için seçim sizin...
  
İnsan beyni kitaplarla gelişen bir hazinedir kitap oudukca gelişir özgürlüğe kavuşur. Beynimizi kafatasımızdaki hapishaneden kurtarmask için sürekli kitap okumalıyızki bir işe yarasın yoksa beynimiz kafamızdaki bir fazlalık haline gelir bizim için.

Onun hayatında bir seçenek isen, onun senin için öncelik olmasına müsaade etme

                                                                 DURMAK
(Durmak veya durmamak bizim seçimimizdir)



Başkaları sizi geçici olarak durdurabilirler , ama siz kendinizi sürekli olarak durdurabilirsiniz.
Kendinizi başkasına anlatmayın. Sizi seven kişinin buna ihtiyacı yok; sevmeyen de inanmayacaktır zaten.

Onun hayatında bir seçenek isen, onun senin için öncelik olmasına müsaade etme. İlişkiler en iyi, dengeli olduğunda yürür.
Sabah uyandığımızda iki basit seçeneğimiz vardır. Tekrar uyuyup rüya görmek veya uyanıp rüyanın peşinden koşmak.
Bize değer verenleri ağlatırız. Bize değer vermeyenler için ağlarız. Bizim için hiç ağlamayacaklara da değer veririz.
Bu hayatın  gerçeğidir. Garip ama gerçek. Bir kez bunu anlarsan, değişmek için geç değil.

Mutlu iken söz verme. Üzgünsen cevap verme. Öfkeliysen karar verme.
İki kere düşün, doğru karar ver.
 Zaman nehir gibidir. Aynı suda iki kez yıkanamazsın. Geçen su bir daha geçmeyecektir.
 

Hayatın her anını yaşa.
Hep meşgul olduğunu söylersen hiç müsait olamazsın.
Hep zamanın olmadığını söylersen hiç zamanın olmaz.
Hep yarın yapacağını söylersen, yarın hiç gelmeyecektir.

11 Eylül 2013 Çarşamba

”En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız ise önyargıdır” MerhumCemil Meriç



            ”En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız ise önyargıdır'' ne kadar güzel söylenmiş bu söz. Doktor bile bir hastalığa teşhis koymadan önce tahliller istiyor ve teşhisini öyle koyuyor.
          Zihnimizdeki şartlanmalar, önyargılar beynin rahat düşünmesini engelliyor. Bu sebeple, kişi doğru gelen bilgileri algılayamaz, olaylara geniş açıdan bakamaz. Bu durumda çevreye karşı şartlanmalar başlar, kişilerden gelecek verimliliğin önünü de tıkamış olurlar. İlişkilerin sağlıklı yürümesi için takıntılarımızdan arınmamız gerekiyor, bu o kadar da zor bir şey değil. Duygularımızın farkında olmalıyız ve biz yönetebilmeliyiz, yani kendimizi aşabilmeliyiz. Karşı tarafı kabullenmek, anlamak ta bir erdemliliktir. Önyargıyı tetikleyen bir unsurda aşırı kıskançlıklar ve bencilliklerdir.. Bütün mesele yüreğimize sevgiyi doldurmaktan geçiyor.
Bu önyargıda bulunan kişiler bir arabayı bile on kişiye kontrol ettirip öyle satın alırken, bir kişi hakkında değerlendirme yaparken aynı hassasiyeti gösterebiliyorlar mı?
 Kişi yaşamın neresinde olursa olsun, hangi mevki de olursa olsun yetkilerini kendi vicdani iradesiyle veya önyargıdan uzak, sahip olduğu donanımlara göre kullanmasını bilmeli.


Yani önyargılar bizi yanlışlara da götürebilir ve her kesim bundan olumsuz etkilenir zarar görür. Özgüven ve doğru değerlerle yaşamak bize daha iyi yakışmaz mı?
önyargı, sevgi, saygı ve hoşgörüyü öldüren ve kin, nefret ve kötülüğe perde açan bir haldir ki biran önce ruh dünyamızdan ve yaşantımızdan çıkarmamız gerekir.
Hal böyleyken önyargı gün geçtikçe toplumumuzda oldukça yaygınlaşan ve çevremize baktığımızda insanların bakış ve duruşlarından bile anlaşılabilen bir olgu haline gelmiştir. Peki bir zamanlar sevgi, saygı ve hoşgörü denince bizim toplumumuz akla gelirken şimdi nasıl oldu da bu kadar kamplaştık ve bin parçaya bölündük.bunun cevabı basit: Birbirimize karşı ÖNYARGI sahibi olduk.
Hâlbuki Yunus Emre şöyle diyordu:“Yaradılanı hoş gördük Yaradan’dan ötürü”
 Ve Mevlana öyle ekliyordu: “Gel,gel gene gel” 
 Peki bizler? Yunus Emre ve Mevlana’nın torunları olan bizler? Neden bu ifadeleri söylemekte zorlanıyoruz. Zaman mı değişti? Hayır. Değişen biziz… Kalbimiz…

Bir yerde okuduğum bır dıyaloğu paylaşmak ıstıyorum kısaca;

“”Üsküdar’dan Kadıköy’e geçerken:
        Sabah otobüse biniyorum herkesin suratı bir karış oysa uyku insanı yeniler diyorlardı daha sabahın ilk ışıklarında ne yaşadınız da yüzleriniz asık? Yol devam ediyor durağın birinde top sakalı olan ve kulağında küpe olan iki genç biniyor otobüse arkamdaki 50 yaşlarındaki iki kişi hemen onlar hakkında konuşmaya başlıyor biri diyor ki: “şunlara bak şunlara”… Hemen diğeri ekliyor: “Bunlardan adam olmaz”… Ben de içimden diyorum ki: Ne biliyorsunuz belki bunlar tıp eğitimi alan iki genç ve ilerde sizin torunlarınız hasta olduğunda ilaç yazacak kişiler bunlar… Yol devam ediyor bu kez iki türbanlı bayan biniyor otobüse… Ve yine konuşmalar başlıyor bu kez yan koltuktan 40 yaşlarında bir bayan kızına gülerek şöyle diyor: “Şunlara bak gözleri zor görünüyor”… Kızı da ekliyor: “Ayy ne kadar çağdışı”… Ben de içimden şöyle diyorum: Neden öyle söylüyorsunuz… Belki birazdan eczacılık fakültesi binasından içeri girecekler… Ve bir gün eczaneye gittiğinizde acil olan bir ilacı onların elinden alacaksınız…”””
bunlar gibi daha binlerce diyalog yaşanıyor ülkemizde.
          
       Sonuç olarak aramızdaki kibir, gurur, bencillik, kendini üstün görme, karşıdakini anlamama, sevgisizlik, saygı göstermeme ve hoşgörüsüzlük dağlarını SEVGİ, SAYGI, HOŞGÖRÜ yle delelim ve birbirimize karşı ÖNYARGILI değil HOŞYARGILI olalım yoksa insanlığımız büyük yaralar alır.ve bu ızım en buyuk dusmanımız olacaktır…