”En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük
düşmanımız ise önyargıdır'' ne kadar güzel söylenmiş bu
söz. Doktor bile bir hastalığa teşhis koymadan önce tahliller istiyor ve
teşhisini öyle koyuyor.
Zihnimizdeki şartlanmalar, önyargılar beynin rahat
düşünmesini engelliyor. Bu sebeple, kişi doğru gelen bilgileri algılayamaz,
olaylara geniş açıdan bakamaz. Bu durumda çevreye karşı şartlanmalar başlar,
kişilerden gelecek verimliliğin önünü de tıkamış olurlar. İlişkilerin sağlıklı
yürümesi için takıntılarımızdan arınmamız gerekiyor, bu o kadar da zor bir şey
değil. Duygularımızın farkında olmalıyız ve biz yönetebilmeliyiz, yani
kendimizi aşabilmeliyiz. Karşı tarafı kabullenmek, anlamak ta bir
erdemliliktir. Önyargıyı tetikleyen bir unsurda aşırı kıskançlıklar ve
bencilliklerdir.. Bütün mesele yüreğimize sevgiyi doldurmaktan geçiyor.
Bu önyargıda bulunan kişiler bir arabayı
bile on kişiye kontrol ettirip öyle satın alırken, bir kişi hakkında
değerlendirme yaparken aynı hassasiyeti gösterebiliyorlar mı?
Kişi yaşamın neresinde olursa
olsun, hangi mevki de olursa olsun yetkilerini kendi vicdani iradesiyle veya
önyargıdan uzak, sahip olduğu donanımlara göre kullanmasını bilmeli.
Yani önyargılar bizi yanlışlara da
götürebilir ve her kesim bundan olumsuz etkilenir zarar görür. Özgüven ve doğru
değerlerle yaşamak bize daha iyi yakışmaz mı?
önyargı, sevgi, saygı
ve hoşgörüyü öldüren ve kin, nefret ve kötülüğe perde açan bir haldir ki biran
önce ruh dünyamızdan ve yaşantımızdan çıkarmamız gerekir.
Hal böyleyken önyargı gün geçtikçe
toplumumuzda oldukça yaygınlaşan ve çevremize baktığımızda insanların bakış ve
duruşlarından bile anlaşılabilen bir olgu haline gelmiştir. Peki bir zamanlar
sevgi, saygı ve hoşgörü denince bizim toplumumuz akla gelirken şimdi nasıl oldu
da bu kadar kamplaştık ve bin parçaya bölündük.bunun cevabı basit: Birbirimize
karşı ÖNYARGI sahibi olduk.
Hâlbuki Yunus Emre
şöyle diyordu:“Yaradılanı hoş gördük Yaradan’dan ötürü”
Ve Mevlana öyle ekliyordu: “Gel,gel gene gel”
Peki bizler? Yunus Emre ve Mevlana’nın torunları olan
bizler? Neden bu ifadeleri söylemekte zorlanıyoruz. Zaman mı değişti? Hayır.
Değişen biziz… Kalbimiz…
Bir yerde okuduğum bır dıyaloğu paylaşmak ıstıyorum kısaca;
“”Üsküdar’dan Kadıköy’e geçerken:
Sabah
otobüse biniyorum herkesin suratı bir karış oysa uyku insanı yeniler diyorlardı
daha sabahın ilk ışıklarında ne yaşadınız da yüzleriniz asık? Yol devam ediyor
durağın birinde top sakalı olan ve kulağında küpe olan iki genç biniyor otobüse
arkamdaki 50 yaşlarındaki iki kişi hemen onlar hakkında konuşmaya başlıyor biri
diyor ki: “şunlara bak şunlara”… Hemen diğeri ekliyor: “Bunlardan adam olmaz”…
Ben de içimden diyorum ki: Ne biliyorsunuz belki bunlar tıp eğitimi alan iki
genç ve ilerde sizin torunlarınız hasta olduğunda ilaç yazacak kişiler bunlar…
Yol devam ediyor bu kez iki türbanlı bayan biniyor otobüse… Ve yine konuşmalar
başlıyor bu kez yan koltuktan 40 yaşlarında bir bayan kızına gülerek şöyle
diyor: “Şunlara bak gözleri zor görünüyor”… Kızı da ekliyor: “Ayy ne kadar
çağdışı”… Ben de içimden şöyle diyorum: Neden öyle söylüyorsunuz… Belki
birazdan eczacılık fakültesi binasından içeri girecekler… Ve bir gün eczaneye
gittiğinizde acil olan bir ilacı onların elinden alacaksınız…”””
bunlar gibi daha
binlerce diyalog yaşanıyor ülkemizde.
Sonuç
olarak aramızdaki kibir, gurur, bencillik, kendini üstün görme, karşıdakini
anlamama, sevgisizlik, saygı göstermeme ve hoşgörüsüzlük dağlarını SEVGİ,
SAYGI, HOŞGÖRÜ yle delelim ve birbirimize karşı ÖNYARGILI değil HOŞYARGILI
olalım yoksa insanlığımız büyük yaralar alır.ve bu ızım en buyuk dusmanımız
olacaktır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder